RÖPORTAJ &
İNTERNETHABER, 11 Mart 2014
Erdoğan Özal'a mı benziyor Menderes'e mi?
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla
İlişkiler ve Tanıtım Bölüm Başkanı Prof. Dr. Cengiz Anık ile 30 mart 2014 Yerel
seçimleri hakkında konuştuk.
NESRİN YILMAZ
İNTERNETHABER.COM-ANKARA
İNTERNETHABER.COM-ANKARA
Hemen her mitinginde Menders dönemini örnek gösteren
Başbakan Erdoğan'lı AK Parti dönemi aslında Menderes dönemiyle mi yoksa ANAP
dönemiyle mi daha benzer?
ANAP nerede hata yaptı, AK Parti nelere dikkat etmeli?
Miting alanlarında siyasilerin birbirlerine karşı
kullandıkları bu keskin dil ülkeyi nereye götürecek?
Seçmen ortaya çıkan ses kayıtlarından ya da kasetlerden ne
kadar etkileniyor?
Aslında bu bir yerel seçim mi, seçmen 30 Mart'ta neyi
oylayacak?
Bütün bu soruların yanıtlarını Prf. Dr. Cengiz Anık sizler
için cevapladı...
Başbakan'ın miting meydanlarında sürekli Menderes'i örnek vermesini "Başbakan, bir tür ruh çağırıyor. Umut ediliyor olmalı ki, Rahmetli Menderes’in ruhu siyasal arenaya inecek ve AK Parti’ye seçim meydanlarında himmette bulunacak." diye açıklayan Cengiz Anık, AK Parti ile ANAP'ın konjonktürel olarak daha benzer olduğunu söyledi.
Liderlerin seçim meydanlarında kullandığı sert dilin kendilerine bir faydası olmayacağını söyleyen Anık, Başbakan'ın Fethullah Gülen'i muhatap olarak görüp cevap vermesinin doğru olmadığını söyleyerek, "muhatap alınmayı hak etmiyor" dedi.
Ortaya çıkan ses kayıtlarının seçmeni çok fazla etkilemediğini belirten Cengiz Anık, AK Parti'nin oy oranının yüzde 40'ın üzerinde olabileceğini CHP'nin ise yüzde 30'u geçemeyeceğini söyleyerek bu süreçte en "karlı" çıkan partinin BDP olduğunu şu sözlerle dile getirdi:
"Bence, BDP ve onun genç eş başkanı bırakıyor. İlk defa BDP bir siyasi parti gibi olmanın keyfini sürüyor."
İşte Prf. Dr. Cengiz Anık ile yaptığımız 30 Mart seçimlerine dair en kapsamlı röportaj...
-Neden Başbakan sürekli Menderes dönemini örnek gösteriyor meydanlarda? Size göre, AK Parti dönemi, Demokrat Parti dönemine mi, yoksa ANAP dönemine mi daha çok benziyor?
Başbakan'ın miting meydanlarında sürekli Menderes'i örnek vermesini "Başbakan, bir tür ruh çağırıyor. Umut ediliyor olmalı ki, Rahmetli Menderes’in ruhu siyasal arenaya inecek ve AK Parti’ye seçim meydanlarında himmette bulunacak." diye açıklayan Cengiz Anık, AK Parti ile ANAP'ın konjonktürel olarak daha benzer olduğunu söyledi.
Liderlerin seçim meydanlarında kullandığı sert dilin kendilerine bir faydası olmayacağını söyleyen Anık, Başbakan'ın Fethullah Gülen'i muhatap olarak görüp cevap vermesinin doğru olmadığını söyleyerek, "muhatap alınmayı hak etmiyor" dedi.
Ortaya çıkan ses kayıtlarının seçmeni çok fazla etkilemediğini belirten Cengiz Anık, AK Parti'nin oy oranının yüzde 40'ın üzerinde olabileceğini CHP'nin ise yüzde 30'u geçemeyeceğini söyleyerek bu süreçte en "karlı" çıkan partinin BDP olduğunu şu sözlerle dile getirdi:
"Bence, BDP ve onun genç eş başkanı bırakıyor. İlk defa BDP bir siyasi parti gibi olmanın keyfini sürüyor."
İşte Prf. Dr. Cengiz Anık ile yaptığımız 30 Mart seçimlerine dair en kapsamlı röportaj...
-Neden Başbakan sürekli Menderes dönemini örnek gösteriyor meydanlarda? Size göre, AK Parti dönemi, Demokrat Parti dönemine mi, yoksa ANAP dönemine mi daha çok benziyor?
BAŞBAKAN RUH
ÇAĞIRIYOR
Sayın Başbakanımız, Demokrat Parti dönemini örnek
göstermekle aslında, biraz tuhaf bir benzetme olacak ama, bir tür ruh
çağırıyor. Umut ediliyor olmalı ki, Rahmetli Menderes’in ruhu siyasal arenaya
inecek ve AK Parti’ye seçim meydanlarında himmette bulunacak.
DEMOKRASİYİ İĞFAL
ETME PAHASINA MENDERS'İ KATLETTİLER
Yani, ülkemizin demokrasisini iğfal etme pahasına, Sayın
Menderes, sivil ve askeri bir cunta tarafından katledilmişti. Menderes
hepimizin yüreğinde bizim demokrasi şehidimizdir. Dolayısıyla, Türk demokrasi
tarihinde bir ikonadır. Şayet bugün, seçmene şunu inandırabilirseniz; “benim de
siyaseten katlime fetva vermiş bir cunta var. Beni bir tek siz
kurtarabilirsiniz. Beni desteğinizden mahrum bırakmayın ki, beni infaz etmeye
cesaret edemesinler”, seçmenin size daha fazla teveccüh göstereceğini umut
edebilirsiniz.
ANAP VE AK PARTİ
DÖNEMİ BİRBİRİNE DAHA FAZLA DENK DÜŞER
Bu mağduriyet söyleminin seçmen nezdinde her zaman bir
karşılığı vardır. Ama bu eşleştirme; AK Parti ile Demokrat Parti’yi, Sayın
Menderes ile Sayın Erdoğan’ı siyaseten de, sosyolojik olarak da yan yana
getirmez.
Rahmetli Özal ile Sayın Erdoğan tam olarak denk düşmese de, ANAP
ile AK Parti, konjonktürel bakımdan birbirine daha fazla denk düşmektedir. Hem
siyasal söylem hem de siyasal işlev açısından böyledir ama Erdoğan ve AK Parti,
Özal ve ANAP’tan kıyas kabil etmez düzeyde daha fazla şanslıdır.
Özal’ın “orta direk” söylemi, asırlık rüyamız olan “milli
burjuva” özlemini yansıtıyordu. Buna göre bir ticari burjuvazi var olacak, bu
sayede öncelikle ticari kapitalizm aracılığı ile ekonomik teraküm
gerçekleştirilecek, arkasından siyasal temerküzle siyasal güç tahkim edilip
gerekli olan siyasal kurumlar ihdas edilecek, gereksiz görülenler ortadan
kaldırılacak ve nihayet, kendiliğinden oluşan demografik birikim, belirli bir
sosyo kültürel kodifikasyona gayri ihtiyari maruz kalacak.
ÖZAL'IN PARADİGMASI
ŞUYDU:
“Milli burjuvazi” ya da “muasır medeniyet” dediğimiz proje
esasında bu söylediğimizden ibaret bir hedeftir: Cumhuriyet tarihinde ilk defa,
“orta direk” söylemiyle Özal kendisini ekonomik açıdan bu hedefe adamıştı.
Ayrıca “dört eğilim” söylemi, siyasal katılıkların buharlaşması gerektiğine
yönelik bir telkindi. Görünürde, “farklı düşensek de bir arada olabilir, aynı
hedefe kilitlenebiliriz” telkiniydi ama aslında, “hepimiz biriz, bizim
dışımızda kimse yok, olmasına gerek de yok” anlamına gelecek, bize özgü bir
siyasal totalitarizmdi."
PROJE MÜKEMMELDİ
AMA...
Proje mükemmeldi, teori harikaydı ama kör olası olgu ve
toplumsal gerçekliğimiz bu hevesleri onaylamadı. Vatandaş olarak bu projenin
bizde karşılığı pek olmadı. Elbette belirli bir mesafe alındı ama ne ekonomik
olarak milli burjuva hedefine yaklaşıldı ne siyaseten kalıplaşmış bürokratik
mekanizmalar yumuşatılabildi ne de sosyo kültürel değer dünyaları, incir gibi
erginleşiverdi.
Dolayısıyla Özal dönemi, bizim iki yüzyıllık garplılaşma
serüvenimizin sancılı bir prematür doğumu idi.
PARALAR AKTIKÇA
TARİKATLAR EKONOMİK OLARAK HIZLA PALAZLANDILAR
Birincisi, ittihat terakki tarzı devletçi icraatların, hemen
hemen her kesimde işkencelerinin izleri vardı. Adeta bir yanardağ gibi bu hınç
birikmişti.
İkincisi ve asıl en önemlisi şuydu: “İnsanoğlunun bir vadi
dolusu altını olsa ikincini ister, onun gözünü toprak doyurur” mealindeki dini
telkinlerin bir ürünü olan, İSLAMİ İNFAK KURUMU; orijinal hali ile, ekonomik
terakümü engelleyen bir mekanizma idi. Fakat zaman içinde pek çok cemaat ve
hatta camia için bu telkin, kapital biriktirme aracı haline dönüştü. Küçük
küçük (ayni veya nakdi yardım, bağış, zekat, fitre, sadaka v.s.) oranlardaki
dini hibeler, bir havuzda toplandığında ciddi rakamlara ulaştı. Özellikle
80’lerden sonra büyük kentlerde üniversite okumaya gelen çocuklarının
akibetinden kaygı duyan mütedeyyin aileler, bu havuzlara tasarruflarından daha
fazla hibeler akıtmaya başladılar. Paralar aktıkça bazı tarikatlar ekonomik
olarak hızla palazlandı."
O SICAK PARA ŞOK
ETKİSİ YARATTI
Bu arada Demokrat Parti döneminde başlayan, bazı cemaatler
için takdir edilen siyasal ulufelerin 1980’lerden sonra alabildiğine
kabardığını unutmayalım. En son şunu biliyoruz. 28 Şubat postmodern darbesinden
hemen önce, satılığa çıkartılan bir demir çelik fabrikasını satın almak için, bir
camiaymış gibi işadamlarını örgütleyen yarı cemaat özelliğini haiz bir
derneğin, dudak uçuklatan miktarda bir sıcak parayı ortaya koyması, Türkiye’de
şok etkisi yarattı ve 28 Şubat darbesinin zaruret haline gelmesine neden oldu.
Hiç kuşkusuz ki 28 Şubat, bu ekonomik birikimi talan etmeyi başaramadı. Zira
ticari kapitalizmin varlığının kayıt dışılığa muhtaç olduğu gerçeğine tosladı.
Sözünü ettiğimiz ekonomik birikim kayıt dışıydı. Kimse, bir yerlerde, kayıt
dışında biriktirilmiş paraları bulamadı; Kombassan, Yimpaş gibi birkaç örnek
görmezden gelinirse. İşte tam olarak bu ekonomik birikim, AK Parti’nin
sağladığı güven ortamında ekonomiye aktı ve bugün anlayabiliyoruz ki, ülke
ekonomik açıdan iflas bayrağını çektiği 2000’lerin başında, AK parti ile
birlikte birden bire zirveye doğru tırmanışa geçti.
İLK DEFA TÜRK SİYASİ
TARİHİNSE YÜZDE 80'LERİ BULAN TASFİYE
AK parti için çok uygun konjonktürleri var etmiş olan üçüncü
etkenler siyasal alanla ilgili ve pek çok çeşidi var. Bir kere insanların
ideolojik katılıkları gerçekten de buharlaştı. Özgürlükler ve insan hakları hiç
olmadığı kadar yüceltildi. Geleneksel medyanın yeni medya tarafından neredeyse
ikame edilmesi, yeni ve küresel bir birey yarattı. Artık kimse birilerinin
telkinlerine sadakat göstermek zorunda değildi. Üstelik bu yeni lümpen
bağımlılıklar, nefisleri çokça okşayan bir şımarıklıkla ödüllendiriliyordu. Kuşkusuz
ki, Türkiye için en önemli aşama, 28 Şubat Darbesi ile kaybedilmiş olanların,
herkesin ama istisnasız her kesimin yüreğine kor bir alev olarak düşmesi, en
azında iç kıyıcı bir sızı olarak damlamış olmasıdır. Türkiye artık yeni bir
darbeye asla ve asla tahammül edemezdi ve ne pahasına olursa olsun bu ihtimali
tümüyle ortadan kaldıracak bir siyasal organizasyon, gene ne pahasına olursa
olsun iş başına gelmeliydi. İşte, AK Partiyi, o kadar kısa sürede, bu denli
muazzam bir makama oturtan kamusal duyarlılığın arkasındaki en önemli muharrik
güç budur. Nitekim Cumhuriyet tarihinde ilk defa, Türkiye yüzde 80’leri bulan
bir siyasi tasfiyeye tanıklık etti.
PARA VE KAZANCIN
DİNİ, İMANI, MİLLETİ KALMAMIŞTIR
Gözlerden kaçan diğer bir dördüncü faktör sosyo kültürel
değer dünyası ile ilgilidir. Para kazanma ve ticari işbirlikleri için şart
koşulan; milli, ideolojik ve en önemlisi de dini hassasiyetler, 2000’li
yıllardan sonra tümüyle ortadan kalkmıştır. Para ve kazancın dini, imanı,
milleti kalmamıştır. Ortada kazanılacak para varsa, en başta dini inançlar
olmak üzere geriye kalan her şey teferruat haline gelmiştir. 500 yıldır her
zaman, burjuva, bir toplumdaki en dindar kesim olmuştur. Weber ve Sombart
bunları yüz yıl kadar önce yazdığı için değil, daha evvelden beri öyledir. AK
Parti, bu dini değerlerin tecessüm ettiği bir parti olmasından ötürü de çok
büyük bir cazibe merkezi haline gelmiştir. Kuşkusuz ki “ılımlı islam” profiline
en uygun siyasal organizasyon olma özelliklerine de sahiptir. Bununla birlikte,
ekonomik niyetlerle uzlaştırılmış dini inançların siyasi arenada tebarüz etmesinden
de asla ibaret değildir.
ÇAPULCU, AYYAŞ GİBİ TABİRLER HAYAL KIRIKLIĞI YARATTI
AK Parti, “dindar adam yolsuzluk, hırsızlık, ahlaksızlık, yapmaz” diyenlerin, Hatta “dindar adam benim gibi nefsine mağlup olmaz” diye kendine eziyet edenlerin de umut bağladığı bir siyasal partidir. Bu yüzden “çapulcu”, “ayyaş” gibi tabirler, bu denli hayal kırıklığı yarattı. Çünkü Sayın Erdoğan, İstanbul’un kıyılarına itilmiş ‘getto’lara, hatta “günah yuva”larına bile ilgi gösteren ilk siyasetçi ünvanını haizdir ve oradakiler bu lütufkarlığa bir armağan olarak onu hep desteklemiştir.
ÇAPULCU, AYYAŞ GİBİ TABİRLER HAYAL KIRIKLIĞI YARATTI
AK Parti, “dindar adam yolsuzluk, hırsızlık, ahlaksızlık, yapmaz” diyenlerin, Hatta “dindar adam benim gibi nefsine mağlup olmaz” diye kendine eziyet edenlerin de umut bağladığı bir siyasal partidir. Bu yüzden “çapulcu”, “ayyaş” gibi tabirler, bu denli hayal kırıklığı yarattı. Çünkü Sayın Erdoğan, İstanbul’un kıyılarına itilmiş ‘getto’lara, hatta “günah yuva”larına bile ilgi gösteren ilk siyasetçi ünvanını haizdir ve oradakiler bu lütufkarlığa bir armağan olarak onu hep desteklemiştir.
TEK FARK ANAP
ZAMANINDA KONJONKTÜR UYGUN DEĞİLDİ
Birkaç faktör daha var ama şimdilik bu kadar yeterli. Sonuç
olarak bu dört faktör AK Parti mucizesinin arkasındaki muharrik gücü
oluşturmuştur. Bu haliyle AK Parti’nin, eşraf oligarşisinin var ettiği bir
siyasal organizasyon olan Demokrat parti ile belirgin bir bağını kurmak mümkün
değildir. AK Parti’nin çok açık bir biçimde ANAP’la, söylem ve proje bağı
vardır. Tek fark şudur: ANAP zamanında konjonktür uygun değildi. Ama AK Parti
hemen her şeyi ve böylesine uygun koşulları kendisinin emrine amade buldu.
Dolayısıyla, zihinlerdeki taslaklar ile sosyolojik gerçekliklerin bu denli
iştahla buluşup kaynaşması, AK Parti’nin başarısını bir mukadderat haline
getirmiş oldu.
-Şu an Türk siyasi tarihinde çok farklı bir dönem yaşıyoruz,
bu dönem AK Parti'nin oylarını sizce ne kadar etkileyecek?
AK PARTİ YÜZDE 40'IN ÜZERİNDE OLABİLİR
AK PARTİ YÜZDE 40'IN ÜZERİNDE OLABİLİR
"Görünen o ki, çok ciddi bir etki yaratmayacak. Benim
tahminim AK Partinin oyunun yüzde 40’a yakın ya da bir veya iki puan üstünde
olması. CHP hiçbir biçimde yüzde 30 barajını aşamayacak ve bana göre yerel
seçimden sonra Sayın Kılıçdaroğlu; eğer olacaksa cumhurbaşkanlığı seçiminden
önce, siyasal bir kızağa oturtulacaktır. Onu nereye taşır bilemem ama kızak,
onu mutlu edecek bir yörüngede görünmüyor. MHP ve Bahçeli bana göre bu seçimde
ilk defa oldukça iyi bir performans sergiliyor, belki de cumhurbaşkanlığı
seçimlerine ilişkin hesapları olduğu için ama sanıyorum, Cumhurbaşkanlığı
seçimleri onun da bir eşiğe doğru taşınmasına neden oluyor. Bu arada kimse fark
etmiyor ama bu seçimlerde zihinlerde en iyi izlenimleri, bence, BDP ve onun
genç eş başkanı bırakıyor. İlk defa BDP bir siyasi parti gibi olmanın keyfini
sürüyor."
TEK AMAÇ, ERDOĞAN'IN
CUMHURBAŞKANI OLAMAYACAĞINI GÖSTERMEKTİ
Bütün bu tahminlerin içinde kesin olan bir şey var: 30 Mart
yerel seçimleri kimlerin belediye başkanı seçildiğini kayıtlara sadece resmi
olarak geçirecektir. Gerçek anlamıyla bu seçim, Sayın Erdoğan’ın
Cumhurbaşkanlığını garantilemesini değil, Cumhurbaşkanı olma ihtimalinin nasıl
ortadan kaldırıldığını göstermesi bakımından tartışılacaktır. Galiba amaç da
buydu: Kendi çevresinde de, dışarıda yer alanlar da, Sayın Erdoğan’ı nasıl
cumhurbaşkanı yapmayacaklarını bu sayede deneyimleyecekler.
ACABA CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ YAPILMASA NE OLURDU?
Yani bu seçim, AK Parti ve diğer partiler arasında değil, kim neresinden bakarsa baksın, bu seçim; Recep Tayyip Erdoğan ile onu hazzetmeyen içerideki gizli muhalifler ile dışarıdaki hasımların oluşturduğu koalisyon arasında yapılan bir seçimdir. Amaç ise Cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Acaba diyorum, bir mucize olsa da Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmasa ve bütün hesaplar suya düşse neler olurdu?
ACABA CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ YAPILMASA NE OLURDU?
Yani bu seçim, AK Parti ve diğer partiler arasında değil, kim neresinden bakarsa baksın, bu seçim; Recep Tayyip Erdoğan ile onu hazzetmeyen içerideki gizli muhalifler ile dışarıdaki hasımların oluşturduğu koalisyon arasında yapılan bir seçimdir. Amaç ise Cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Acaba diyorum, bir mucize olsa da Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmasa ve bütün hesaplar suya düşse neler olurdu?
-1989 seçimlerinde hezimete uğrayan ANAP nerede hata
yapmıştı, bu dönemi onunla kıyaslayabilir miyiz? Benzerlikleri neler,
farklılıkları neler?
ANAP SİYASİ ÖMRÜNÜ
TAMAMLAMIŞTI
Bana, o dönemlerle bu dönemler arasında bir ilinti yokmuş
gibi geliyor. O dönemlerde ANAP siyasi ömrünü tamamlamıştı. Bu dönemin
özelliği, siyasi partilerin ömrü veya işlevi ya da becerileri yahut da
hataları, kusurları ile ilgili değil. Bugünün siyasal arenasında seçmen, AK
Parti ile diğer alternatif siyasi oluşumlar arasında bir tercihe zorlanmıyor.
Cumhuriyet tarihinde ilk defa ,saf tutma konusunda seçmenin kafası karışık. Kim
ne derse desin şu anda ne AK Parti’nin alternatifi bir siyasi parti var ne de
onun Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eline su dökebilecek bir siyasi
lider var. Dolayısıyla o dönemlerde siyaset yapan siyasi liderlerle siyasal
organizasyonları bugünküler ile kıyaslamak asla mümkün değildir.
-Erdoğan'ın dili gittikçe sertleşiyor, bunu bilerek mi
yapıyor, bu bir seçim stratejisi mi? Bir iletişimci olarak meydanlarda bu kadar
sert bir dil kullanılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
"HOCA"
BAŞBAKAN TARAFINDAN BU KADAR CİDDİYE ALINMAYI HAK ETMİYOR
Evet. Feci bir siyasal dil kullanılıyor. Cumhurbaşkanı adayı
olarak kendini tasarlayan bir liderin bundan daha vahim bir hatası olamaz. Bir
kere, ne olursa olsun, bir “hoca”nın bu denli siyasete malzeme yapılması
yanlış. O bir siyasi rakip değil. Ayrıca Türkiye’de olup bitenlerin hepsini
tasarlayacak kadar güçlü bir gerçek ve tüzel kişilik de değil. Bu işte belki
taşeron anlamı taşıyacak görevler tevdi edilmiş olabilir ama, onu bu kadar
siyasete malzeme yapıp büyütmenin ve yüceltmenin çok yanlış olduğunu
düşünüyorum. Bu kadar ciddiye alınmayı hak etmiyor zira.
-Siyaseten faydası olur mu?
Hayır. Nasıl ki “hoca”nın bir siyasi partiye göstereceği husumetin seçmen nezdindeki nicel karşılığı yüzde 3 bile değilse, onu karşına dikip hedef haline getirmenin sağlayacağı siyasal getirinin nicel karşılığı da yüzde 1 (bir) bile olmayacaktır.
Hayır. Nasıl ki “hoca”nın bir siyasi partiye göstereceği husumetin seçmen nezdindeki nicel karşılığı yüzde 3 bile değilse, onu karşına dikip hedef haline getirmenin sağlayacağı siyasal getirinin nicel karşılığı da yüzde 1 (bir) bile olmayacaktır.
-Kılıçdaroğlu da çok sert, yani herkes çok sert bir dille
yükleniyor rakibine, nasıl değerlendirmek lazım?
KILIÇDAROĞLU'NUN
KESKİN DİLİ ERDOĞAN İÇİN AVANTAJDIR
Sayın Kılıçdaroğlu’nun, bu ülkenin Başbakanı için, ortalama
bir vatandaşın bile ağzına yakışmayan ifadeler kullanması çok elimdir. Bakın
açık söylüyorum: Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Başbakanı ünvanını taşıyan bir
manevi şahsiyeti, Kılıçdaroğlu’nun bu denli tahkir ve tezyif etmesi, Sayın
Erdoğan için siyasi bir avantajdır. Bundan hicap duyanlar, mağduriyet
duygusuyla Sayın Başbakana siyaseten sahip çıkacaklardır. Üstelik de, ne idüğü
belirsiz ve yasa dışı bir dinleme isnat alınarak bu dil kullanıldığından,
vicdanlar daha çok kanamaktadır. Zira bizzat CHP de yasa dışı dinlemelerden
canı çok yanmıştı. Kamuoyu bunu iyi biliyor.
Meydanların kalabalık olup olmaması seçim sonucunu ne kadar
etkiler? Çok kalabalık çok oy mu?
SİYASİ PARTİLER
MİTİNGLERDEN VAZGEÇMELİ
Meydanlardaki kalabalık belirleyici bir biçimde siyasi
partinin teveccühüne ölçü değildir. Ben bu kalabalıkların belirli bir suskunluk
sarmalı yaratılarak, seçmende “ben de kazananın yanında yer alayım” duygusu
telkin ettiğine de inanmıyorum.
Esasen, şu feci bir kirlilikten başka bir anlamı olmayan;
sokaklardaki bağırış çığırışlardan, her yeri bayraklarla karartmaktan ve en çok
da trafiği büyük kentlerde linç eden miting, konvoy ve çirkin gösterilerden
bence siyasi partiler bir an evvel vazgeçmeli. Nitekim üç beş eli boş
partiliden başka bu tür etkinliklere ilgi gösterene de rastlamadım.
Türk siyasi tarihine baktığımızda, 30 Mart 2014 seçimleri
için "özel" diyebilir miyiz?
TÜRKİYE BU SEÇİMDEN
SONRA BİR EŞİKTEN GEÇECEK
Evet, hem de çok özel bir seçim, en özeli hatta. Ne kadar
farkındayız bilmiyorum ama Türkiye bu seçimden sonra bir eşikten geçecek.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve tarihimizdeki ilk sivil anayasa dahil, siyasal
kurumlarla ilgili çok radikal değişimlere kadar bir süreç başlatabilir. Ya da
tersine bazı projeksiyon ve akabindeki organizasyonlarla siyasete nasıl yön
verildiğine dair kaygı ve kuşkuları güçlendirebilir. Ama benim tahminim
ikisinin ortası. Yani, siyaseten var olan bir nesnel gerçekliğe rağmen bazı
tasarıları hayata geçirmek imkansızdır. Aynı şekilde hiçbir zaman siyaset kendi
doğal mecrasında işlemez ve her zaman şu veya bu biçimdeki, şu veya bu dozdaki
müdahalelere maruz kalır.
-Kasetler üzerinden götürülen algı yönetiminin, seçmenin
sandıktaki tercihini etkileyeceğini düşünüyor musunuz? Etkili olması halinde bu
seçimlerin meşruiyetini tartışmalı hale getirir mi?
KASETLER SONUÇLARI
SANILDIĞI KADAR ETKİLEMEYECEKTİR
Etkileyecektir ama sanıldığı kadar değil. Yani şu kadar ki,
şayet AK Parti’ye karşı bir antipatiniz varsa, kasetler sizin bu duygularınızı
keskinleştirecektir. Sempatiniz varsa ve yeterince direnç kazanmanızı
sağlayacak argümanlara sahipseniz, siyasal kanaatinizde köklü değişiklikler
olmayacaktır. Daha doğrusu bu tür algı organizasyonlarının etkilerine biz
“katalizör etki” deriz. Varolanı bu tür girişimler güçlendirir, safları
sıkılaştırır ama çok köklü tutum değişiklerine neden olmaz. Nitekim, görünen o
ki seçim sonuçları bu söylediklerimizi teyit edecek bir nicelik ortaya koyacak.
Dolayısıyla, meşruiyet konusu; seçimlerden sonra kıyasıya tartışılacak ve hatta
kıyıma mesnet teşkil edecektir.
"Erdoğan Özal'a mı benziyor Menderes'e mi?" Sorusunun cevabı sadece: "RTE ve AKAPE, bir dönemin ANAP'ı ve kurucu başkanı ÖZAL'ı sinsice kullanmış, istismar ve suiistimal etmiştir..." Denilebilir. Zira, başlangıçta seçilen önder kadro arasındaki Korkut Özal, Cemil Çiçek ve Cüneyt Zapsu gibi "düz ovada siyaset" öncülerini unutmamak gerek!.. Lâkin, Başta, tarihi ve kadim Demokrat Parti olmak üzere; Celâl Bayar, Adnan Menderes, Polatkan, Zorlu veya her hangi bir Demokrat Parti'li ile AKP ve/veya sahibi RTE arasında hiçbir ilgi, ilinti, bağlantı ve benzerlik ilişkisi kurulamaz. Bu tarihen ilmen ve tabiaten mümkün değildir. Dolayısıyla, böyle bir benzerlik iddiasını şiddetle red, tenzih ve tekzip ederim. Mustafa Nevruz SINACI
YanıtlaSiltanıtım yazısı
YanıtlaSil