30 Mayıs 2014 Cuma

Ali Adnan MENDERES., Turgut ÖZAL ve Recep Tayip ERDOĞAN; Mukayeseli muhakeme/YORUMSUZ!...

Menderes, Özal Ve Erdoğan
Ali Ünal; 13.05.2014 / 19:31
Rahmetli Adnan Menderes, rahmetli Turgut Özal ve Recep Tayip Erdoğan, Türkiye'nin son 63 yılına damga vurmuş ve çoklarınca bir arada anılan üç liderdir. 
ADNAN MENDERES 
Menderes, Özal ve Erdoğan içinde Özal ile Erdoğan'ın yolunu açan kişi olarak merhum Menderes önde gelir. İstiklâl madalyası sahibi olan Menderes, milletvekili seçildikten sonra Ankara Hukuk Fakültesi'ni bitirmiş, çiftlik sahibi bir çiftçi olarak halkın içinden gelen bir insandı. Daha çok fakirlik, salgın hastalıklar, yokluklar, karne, jandarma dipçiği, karakol, ağır vergiler, İslâm ile her sahada savaş gibi menfîliklerle anılan ve hatırlanan bir dönemin sonunda, hem de bunlarla anılan bir partinin içinden çıkarak başbakanlığa geldi. Onun iktidarlarında Türkiye yılda ortalama % 9 nispetinde büyümüş, 1948 yılında tüm Türkiye'de 1800 civarında olan traktör sayısı, 1957 yılına gelindiğinde 44.000'i aşmış, 1950 yılında yaklaşık 1000 olan biçerdöver sayısı, 1957 yılında 6000'e ulaşmıştır. Menderes iktidarları, sanayileşmede önceliği özel sektöre vermekle birlikte, devlete ait ekonomik teşebbüsler kurmak ve yeni fabrikalar açmaktan da geri durmamıştır. AKP iktidarının sata sata bitiremediği pek çok kamu iktisadi kurumu, meselâ, Makine Kimya Endüstrisi Kurumu, Et ve Balık Kurumu, Devlet Malzeme Ofisi, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları ve Ereğli Demir Çelik Fabrikaları bu dönemde açılmıştır. Yine bu dönemde, 1950 yılında 1640 km. olan asfalt yollar, 1959 yılına gelindiğinde 7000 km.yi geçmiştir. İstanbul'da o dönemde şehircilik, şehir planlamacılığı, şehrin geleceği ve trafik meselesi adına büyük bir öngörüyle yapıldığı ortada olan Vatan Caddesi, Büyükdere Caddesi, Barbaros Bulvarı, Millet Caddesi ve Edirne Asfaltı (E-5 otoyolu) yine Menderes'in eserleri olduğu gibi, Türkiye'nin halâ en gözde üniversiteleri olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) de, yine Menderes dönemi eserlerindendir. Fakat bu yazımızın konusu, esasen söz konusu üç lider zamanında gerçekleştirilen ekonomik gelişme değil, bundan daha önemli olan onların insanî yanlarıdır.
Menderes, bütünüyle halkın hizmetindeydi 
Tek parti iktidarları, seçkinlerin iktidarlarıydı. Menderes için ise halk her şeydi. Hasan Celal Güzel, "Menderes döneminde gerçek bir 'halk ihtilâli' yapılmış ve jakoben oligarşinin hakimiyeti sarsılmıştır. O, 'köylüyü efendimiz' yapmış, yani halkı egemenlerin zorbalığından kurtarmıştır." değerlendirmesinde bulunur. (Sabah, 17.09.2011)
Menderes, yetim ve öksüz olarak büyüdü. Babasını tanımadı; çocuk yaşta annesini, çok geçmeden ablasını da kaybetmişti. O, kendini tanıtırken, "Ben yalnızdım kardeşim, hayat boyunca hep yalnızdım. Yapayalnız ve kimsesiz." diyecektir. (M. Ünal, Aksiyon, 23.03.1996) Menderes'in yalnızlığı sadece annesiz, babasız, ablasız, hâmisiz büyümesinden değildi. O, dönemin şartları ve çevresi bakımından da yalnızdı.
Menderes zamanında ezan ve ikamet Arapça aslına çevrilmiş, din dersleri ilkokul programlarına girmiş, İmam-Hatip okulları ve İlâhiyat fakülteleri açılmaya, devlet radyosunda Kur'ân ve mevlit gibi dinî programlara yer verilmeye başlanmış, 15.000 cami inşa edilmiş, başta Süleymaniye Camii olmak üzere 86 cami onarılmış, Eyüp Sultan Türbesi tamir edilip ziyarete açılmıştı. Menderes, 1956'da Risale-i Nurlar'ın basılması iznini de çıkarmıştı. O, niçin darbeye maruz kaldığını şöyle anlatmıştı: "Ben Müslüman'ım ve Müslümanlığımdan şeref duyuyorum. Türk Milleti Müslüman'dır ve Müslüman kalacaktır. İslâmiyet'in bütün icapları vatandaşlarımız tarafından tam bir serbestliğin içerisinde icra olunacaktır." Bir de şu sözü vardı:"İnkılâp kanunları halk tarafından benimsenmemişse, jandarma zoruna dayanacaksa, millî vicdanın hilafına olan bu kanunları kaldırmak, demokratik idarenin başta gelen vazifesi olmak icap eder." (Halit Durucan, "27 Mayıs İhtilali ve Adnan Menderes", 24.10.2011).
Samimî Menderes 
Menderes, kendi döneminde Başbakanlık Örtülü Ödeneği'nden en fazla merhum Necip Fazıl Kısakürek'e Büyük Doğu'yu çıkarabilmesi için yardım etmiştir. Ama o, bilhassa günümüz siyasîleri gibi bunu kendi propagandası için yapmaz, Necip Fazıl'a parayı verirken "Arada benim aleyhimde de yayın yap ki, sana yardımım anlaşılmasın!" derdi.
Menderes'in isteği ile 1952'de çıkarılan bir kanunla Osmanlı Hanedanı'na mensup kadınların sürgün hayatı sona erer. Sultan Abdülhamid Han'ın hanımı Müşfika Hatun Sultan ile kızı Ayşe Sultan Osmanoğlu, Boğaz'da kiraladıkları bir daireye yerleşirler. Bir gün zilleri çalınır; kapıda Menderes durmaktadır. "Valide Hanım'ın elini öpüp duasını almaya ve bir ihtiyaçları olup olmadığını sormaya geldim" der. Sonra özel telefonunu bırakıp ayrılır. 1959'da Londra'da geçirip, Allah'ın yardımıyla kurtulduğu uçak kazasından sonra kendisine sorulan "Beyefendi, uçak düşerken ne düşündünüz?" sorusuna şu cevabı verecektir: "Ben ölürsem, acaba Berrin hanım (eşi), Abdülhamid Han'ın yadigârlarının ev kirasını ve harçlıklarını ödemeye devam eder mi diye düşündüm." Menderes'in idamından sonra malî darlığa düşen Berrin hanım, bir defasında, bu ödeme için çok kıymetli nişan yüzüğünü satmış ve ödemeyi aksatmamıştır. (Rahim Er, "Tarih ve Medeniyet Dergisi", Nisan 1994).
Menderes, yolsuzluğa bulaşmadı ve bulaştırmadı. 
Orhan Karaveli, Bir Gazetecinin Sıradışı Anıları adlı kitabında Menderes'in 1959 ABD seyahatinde geçen şu hadiseyi nakleder:
Marcus & Niemann dev mağazalar zincirinin sahiplerinden Mr. Marcus, Menderes ve heyettekileri bir moda defilesine davet eder. Nezaketsizlik olmasın diye bu daveti kabul eden Menderes ve heyet davetten ayrılmak üzereyken, gümüş tepsilerde ve şeffaf kutular içine değerli kol düğmeleri, kravat iğneleri, kravatlar, mendil ve fularlardan oluşan hediyeler heyetin önüne bırakılmıştı. Heyetteki bir milletvekili elini kutulardan birine tam uzatmışken Menderes men eder ve kimse o hediyelerden almaz. Daha sonra Menderes, bunun sebebini şöyle açıklar: "Ellerimizde bedavadan edinilmiş birer kutu ile buradan çıkmak bize yakışır mıydı? Unutmayın, her pahalı hediyenin arkasında bir maksat yatar ve karşılığı beklenir." AKP iktidarlarında gittikleri ülkelerden uçaklarla hediye taşıyan, ağaçtan tek parça mobilyalar taşıyan "has Müslüman!" devletlilerin kulakları çınlasın!
Asîl ve tam beyefendi Menderes 
Menderes tam bir beyefendiydi de. Ağzından kem söz çıkmazdı; İnönü'nün dehşetengiz muhalefetine rağmen hakaret bilmezdi; yaz günü dahi ceketinin önünü iliklerdi. Son derece kibardı. Aydın'dan, onu yakından tanıyan Ali Gemici, Menderes'i anlatırken şöyle der:
"Menderes, kötülük bilmeyen, temiz ve sıcak kalpli bir insandı. Memleketine hizmet verebilmek için de canını feda etti. Merhum Başbakanımız, eşsiz bir devlet adamıydı. Mütevazı kişiliğiyle herkesin gönlünü kazanan Menderes'in, hayatı boyunca tek arzusu vatandaşlarının mutluluğunu görmekti. Başbakanlık yaptığı dönemlerde önce köyümüze gelip bizlerle konuşur, ardında da çiftliğine giderdi. Bu da bizi hoşnut ederdi. Çiftliğine her geldiğinde köy meydanında bizleri çevresine toplar, arazi sahibi olmayan kişileri aramızda belirlememizi isterdi. Daha sonra da arazisi olmayanlara arazilerinin bir bölümünü ürün karşılığında uzun yıllar ödemek şartıyla kendilerine verir ve arazi sahibi olmalarını sağlardı. Bundan en çok sevinen yine kendisi olurdu. Bu da bizim kendisine olan sevgi bağımızın daha çok kuvvetlenmesini sağlardı. (http://www.yeniasir.com.tr/Politika/2011/05/15)
Vefatından sonra Menderes 
Merhum Necip Fazıl Kısakürek, Benim Gözümde Menderes kitabının sonunda bir rüya nakleder: "Bana, temiz bir mü'minin anlattığına göre, asıldığı günün gecesi, saf ve dünyadan geçmiş bir İslâm kadını, rüyada Allah'ın Resûlü'nü görmüş... Kâinatın Efendisi, kadına sol elini uzatmış.. Kadın, acaba niçin Âlemin Fahri bana sağ elini uzatmadı diye düşünürken cevap gelmiş: 'Sağ elimde Adnan var!..'"
TURGUT ÖZAL 
Yine bir Anadolu çocuğu olan Turgut Özal, vefatında milyonlarca insan tarafından uğurlandı ve halkımız onu şu pankartlarla uğurladı: "Dindar Cumhurbaşkanı, Sivil Cumhurbaşkanı, Demokrat Cumhurbaşkanı."
Özal, rahmetli Menderes'ten sonra, samimî dindarlığı, ilk sivil Cumhurbaşkanlığı olarak bu makamı sivillere geçirmekle ve demokratlığı, özgürlükçülüğü ve bütün kesimleri birleştirme hamlesiyle halkın gönlünde taht kurmuş ikinci liderdi. Cumhurbaşkanlığı görevine geldiğinde, TBMM'de yaptığı teşekkür konuşmasında, "21. Yüzyıla doğru giderken, üç büyük, üç temel hürriyeti geliştirmenin, sımsıkı korumanın uygar dünyanın önde gelen devletlerinden biri olmamızın vazgeçilmez şartı olduğunu görmeliyiz. Bunlar, düşünce hürriyeti, evrensel anlamda din ve vicdan hürriyeti ve teşebbüs hürriyetidir" demişti. Hakkında merhume annesinin "Turgut'umun bir vakit namazı bile kazaya kalmamıştır." sözü medyada yer almıştı.
Özal da, Menderes gibi zor bir dönemde iktidara geldi. 1970'li yıllar Türkiye için bütün olumsuz faktörlerin yaşandığı yıllardı. 12 Mart Muhtırası, 1973 ve 79'daki petrol krizleri, anarşi ve terör, ekonomik bunalım, yokluklar, kuyruklar, haksız kazançlar, bu dönemin özellikleriydi. Özal, bütün bunların ve 12 Eylül darbesinin üzerine geldi. Çok kısa bir zamanda eğitimde, ekonomide, anlayışta, yaklaşımda, Türkiye'yi dışa açmada büyük inkılâplar gerçekleştirdi. Türkiye, kalkınmada, müspet değişimde, dindarlaşmada, ferdî özgürlüklerde en güzel yıllarını Özal döneminde yaşadı. Refah Partisi ve dolayısıyla AKP'nin önünü açan Özal'ın icraatları ve politikaları oldu. Fakat o, bunların yanı sıra, bunlardan çokinsanî yanlarıyla insanların gönlüne yerleşti. MSP/RP‒AKP çizgisinin unuttuğu bir gerçek olarak, MSP, 1970'lerde koalisyon hükümetlerinde Millî Eğitim Bakanlığı'nda Din Eğitimi Müdürlüğü'nü bile alamadıve İmam-Hatip okullarında etkili olamadı. Ancak, 1983'te kurulan ilk Özal hükümetinde, Cumhuriyet tarihimizin en çalışkan Millî Eğitim bakanlarından Vehbi Dinçerler'in Millî Eğitim Bakanlığı dönenimde Din Eğitimi Müdürlüğü MSP kökenlilere bırakıldı ve İmam-Hatipler, Özal iktidarlarında RP adına "altın dönemi"ni yaşadı. Eğer RP, 1995'te iktidarın birinci ortağı ve rahmetli Erbakan başbakan olabilmişse, bunu bir ölçüde Dinçerler'e ve onun eğitim hizmetlerine borçludur. Fakat Özal, hizmetlerinden çok insanî yanlarıyla insanların gönlüne yerleşti.
Gerçek bir insan Özal 
Özal, asık suratlı ve mesafeli değil, her zaman sokakta, halkın içinde ve güler yüzlüydü. Tevazu ve hoşgörü sahibiydi. Yüzü topluma dönüktü ve halkın içindendi. Hem düşünce, hem aksiyon, hem gönül insanıydı. Ülke meselelerinde ciddî bir sorumluluk zihniyetiyle hareket ederdi. Sağduyulu, kararlı ve basiretliydi. İnançlara saygılı, ferdi esas alan devlet anlayışını, hoşgörü, dayanışma gibi temel değerleri her şeyin üstünde tutardı. Özal hakkında Cengiz Çandar, şu değerlendirmeyi yapıyordu: "Turgut Özal, çok keyif verici bir insandı. Çünkü özellikle insandı. Nitekim onu, taşıdığı sıfat veya sıfatları taşıyan benzerlerinden ayıran en temel özelliklerinden biri de buydu. Özal, benim onu en sevdiğim yönü ile bir inanç adamı idi... Bir dervişin gönlüne ve ruhuna sahipti... O, Balkan seferinde Ohri'de Hayati Baba Tekkesi'nde yere bağdaş kurmuş otururken yüzüne yayılmış nurani mutluluk ve huzur ifadesini ömrüm boyunca unutmayacağım... O, bir derviş, ama aynı zamanda bir kılavuzdu."
Özal, toplumun manevi değerlerine içten bağlıydı ama asla istismara yönelmedi. Göstermelik değil, Türkiye'yi dönüştüren yapısal reformlara imza attı. Cumhurbaşkanı olunca topluma kapalı olan Çankaya'nın kapılarını ardına kadar açtı, devletin soğuk yüzünü sempatik hareketleriyle sevimli hale dönüştürmeyi başardı. Önemli meselelerde halkın içindeki kanaat önderleriyle ‒ meselâ, Mehmet Kırkıncı ve Osman Demirci hocalar gibi ‒ istişare ederdi. Ciddî ve büyük işler yapıyor olması, güler yüzünü, neşeli ve şakacı tavrını kaybetmesine sebep olmadı. Halka yakındı ve yeri geldiğinde bir baba, ağabey ya da amca gibi davranırdı.  Emir vermek değil, hizmet etmek kaygısı içindeydi. Toplumda hiç kimseye, hiçbir kesime karşı tavır almazdı. Düşmanlığı yoktu. (Adem Özbay, www.gencgelisim.com)
Özal ve Hizmet hareketi 
Özal, Türkiye'nin başında Demokles'in kılıcı gibi sallanan 141, 142 ve 163'üncü maddeleri kaldırdı. Yolsuzluğa bulaşan devlet bakanı İsmail Özdağlar'ı Yüce Divan'a göndermekten çekinmedi. Fethullah Gülen Hocaefendi, 1986 yılında Burdur'da tutuklandığında gece yarısı Bakanlar Kurulu'nu toplayıp, Hocaefendi'yi serbest bıraktırdı. Hizmet Hareketi'ne candan dosttu ve gittiği her yerde destekledi. Vefatından önce sırf yurt dışındaki Türk okulları için, bunlara referans olmak için Orta Asya seyahati yaptı. Bu okulların ve hizmet hareketinin Türkiye'nin geleceğinde birinci derecede gördüğü önemine içten inanmıştı. Hakk'a yürümesi ve vefatından sonra Manisa'da mübarek bir kadın, rüyasında yine Peygamber Efendimiz'i (s.a.s.) görür ve Efendimiz kendisine, "Özal'ı siz nasıl uğurladıysanız biz de öyle karşıladık." buyurur.
RECEP TAYYİP ERDOĞAN 

Erdoğan'ın iktidara giden yolunun taşlarını Menderes ve Özal zaten döşemişti. Erdoğan, aynı yolda Menderes ve Özal tavrı içinde iktidara geldi. Halkın içinden ve onların hissiyatını yanında bulan biri olarak ilk iki iktidar döneminde bir takım icraatlara imza attı.
Manevî-ahlâkî erozyon 
Fakat Erdoğan hükümetleri döneminde ahlâkî erozyon, manevî aşınma, dinî hassasiyetli kesimlerde dünyevîleşme, eğitimin çökmesi, zinanın suç olmaktan çıkması, fuhuş, kumar, resmî kumar ve alkol gibi büyük günahlarda dehşetli artış yaşandı. Eğitim çöktü ve lise gençliğinin % 90'ı sigara, alkol ve uyuşturucunun pençesine düştü. Millî piyango gibi millî kumarlara iddaa gibi kumarlar eklendi. Resmî, izinli fuhuş yedi kattan fazla artış gösterdi. Erdoğan iktidarı, camilerin ve eğitim kurumlarının ancak 200 metre mesafesine cafeler açılabilirken, bu mesafeyi 100 metreye düşürdü. Bazıları, benim bunları yeni yazdığımı zannediyor; oysa son 12 yılda yaşanan manevî‒ahlâkî aşınmayı defalarca yazdım; hattâ yazdıklarımdan dolayı bazı arkadaşlar fakiri karamsar olmakla eleştiriyorlardı.
Bilhassa "ustalık" döneminde Erdoğan
Erdoğan, bilhassa üçüncü döneminde tanınmaz hale geldi. 2005'ten itibaren Oslo'da PKK ile pazarlığa oturduğu ve PKK'nın varlık sebebi olan bütün isteklerinin kabul edildiği anlaşılan görüşme ve mutabakatlarda ve 2004'te Millî Güvenlik Kurulu'nda Hizmet hareketini bitirme sözü verdiği ortaya çıktı. Bunun için önce MİT mensubu çıkan KCK'lılar sebebiyle MİT müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılmasını bahane ederek kendince Hizmet hareketine karşı ilk darbeyi başlattı. Asker karşısında 2008 yılına kadar Yüksek Askerî Şura toplantılarında ordudan ilişiği kesilen subaylar için Cumhurbaşkanı Gül'le birlikte şerh düşme dışında hiçbir şey yapamaz ve asker karşısında hakaretlere maruz kalırlarken, Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla askerî vesayeti kıran ve bizzat kendisini kurtaran yargıyı ve Emniyet'i Hizmet hareketiyle ilişkilendirerek darmadağın etti. Kendi çıkarttığı şike kanununu 5 ay içinde değiştirdi. Bu arada aile boyu, yakın arkadaşları ve pek çok AKP'li belediye ile belki tarihin en büyük yolsuzluk, rüşvet, irtikap, ihtilâs ve zimmet suçları işlediğine dair çok kuvvetli emarelerin ortaya çıkmasıyla bunları soruşturan yargıyı ve nice yılların birikimiyle suçlarla ve suçlularla mücadelede fevkalâde noktaya gelen Emniyet'i hallaç pamuğu gibi attı. Bir zamanlar savcısı olduğunu söylediği Ergenekon davası suçlularıyla birlikte yargılanan KCK yapılanması zanlılarını serbest bıraktırdı.
Erdoğan, PKK ile masaya oturur, 30 yıllık mücadeleyi sanki hiç yapılmamışçasına terör örgütünün bütün isteklerine boyun eğer ve Güneydoğu'da terör örgütü için bağımsız Kürdistan'a gidecek özerkliğin taşlarını döşerken, söz konusu Yargı ve Emniyet mensuplarını yine Hizmet hareketiyle ilişkilendirerek, bu hareket ve Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında hiçbir vicdanın, insafın ve selim aklın kabul edemeyeceği iftiralara, suçlamalara ve nitelemelere yeltendi ve bütün bunları artan bir yoğunlukla sürdürüyor. Gezi olayında olduğu gibi, yine konuşmalarındaki ve tavırlarındaki alabildiğine iticilik, öfkeden gerilen yüzü, dinmeyen öfkesi, dozu sürekli yükselen nefret söylemi, yakınlarınca zaten ifade edilen ve tapelere yansıyan küfürbaz üslûbuyla insanları ürkütüyor. Toplumu keskin bir kutuplaşmanın içine atarak kemikleşmiş bir taraftar kitlesi oluşturmaya çalışıyor. Bütün dünyaya yayılmış ve öncelikle Türkiye'nin, sonra İslâm'ın ve insanlığın geleceği adına çok önemli olan ve devlete en küçük bir yük getirmeyen Türk okullarını kapatma girişimlerine hız kesmeden devam ediyor.
Erdoğan, dershaneleri ve Güneydoğu'da 700 binin üzerine öğrenciye karşılıksız kurs veren ve terörün önünde büyük bir set oluşturan etüt merkezlerini kapatmakla hem PKK'nın ekmeğine yağ sürdü, hem de Anadolu'nun fakir çocuklarının eğitim imkânına ve eğitim eşitliği fırsatına en büyük darbeyi vurdu. Yürütme ve Yasama kendisine bağlı olduğu gibi, Yargı'yı da âdeta kendisine bağladı. Pervasızca Anayasa'ya aykırı pek çok uygulamalara girişti. Partisini, bizzat kendisiyle beraber çalışmış bazı eski bakanların ve milletvekillerinin de söylediği üzere, birkaç kişilik dar bir oligarşik kadro ile yönetiyor. Bakanların ve milletvekillerinin âdeta hiçbir ağırlığı olmadığı beyan ediliyor. Çıkardığı interneti kontrol, HSYK, Youtube ve Twitter'ı kapatma gibi kanunlarla özgürlüklere dehşetli darbeler indirdi. Yeşile ve maviye tam bir düşman kesildi. Onun zamanında İstanbul başta olmak üzere büyük şehirler yaşanmaz hale geldi; şehirler şehir olmaktan çıktı; birer betonarme bina yığınları haline geldi. Büyük rant getiren inşaat ile yeşil alanlar talan edildi. Trafik, çekilmez bir çile halini aldı. Köyden kente göç alabildiğine hızlandı; Anadolu âdeta boşaldı.
Erdoğan, ihale kanununu sürekli değiştirerek, bir öncekine göre kanun dışı ihaleleri tabiî süreçler haline getirdiği gibi, medyayı dayanılmaz baskılarla sindirdi ve kendine ait yandaş medya oluşturdu. Kendisiyle birlikte bu medya, haysiyetsizce belki de dünya tarihinde en kısa zamanda en çok yalan söyleme, iftira atma rekorları kırmaya devam ediyor. Erdoğan, hakkında söylenen ve her biri şirk ifade eden sözler karşısında, ayrıca Kur'ân ile, haşa Allah ile alay eden bakanlarına karşı sükût durdu. Zamanında ekonomi iyi gibi görünse de, esasen ekonominin iyi gibi görüntüsü, sıkı malî politikalarla küçük esnaf, memur, işçi ve emekli gibi dar gelirlilerinin gelirlerini ve maaşlarını sürekli kontrol altında tutma, önceki dönemlerde yapılan kamu kuruluşlarının özelleştirilmesinden ve bazı Arap ülkelerinden gelen sıcak para ve büyük çoğunluğu yabancıların elinde olan borsada ve bankalarda yabancıların yüksek faiz hadleri sebebiyle halâ tatlı paralar kazanmaya devam etmesi sebebiyledir. Yoksa ekonomide yapılan ve temel hiçbir değişiklik, hiçbir ciddî yatırım olmamıştır. Yapılanların çok büyük kısmı, sadece inşaattır ve inşaata dayanmaktadır. Gayr-ı safi millî hasıla 3-4 kat artmış görünse de, bu artış ancak holdinglerin, büyük şirketlerin kazançlarındaki artıştır ve küçük esnaf, memur, işçi, köyle ve emekliden oluşan dar gelirlilere yansımamıştır. Dolayısıyla, Erdoğan hükümetleri zamanında gelir dağılımı uçurumu büyüdükçe büyümüştür. Tarım ve hayvancılık gerilemiş, et fiyatları fırlamış, ülke kurbanlık koyun ithal eder hale gelmiştir.
Erdoğan zamanında Türkiye, dış politikada önceleri parlak gibi görünen bir manzara arzetse de, en zelil dönemini yaşıyor. Ülkenin değil dünyada, bölgede dahi tesiri kalmadı. Mısır ve Suriye tamamen kaybedildi. Bakanlar, Kuzey Irak'a bile İran'ın Irak merkezî yönetiminden sağladığı izinlerle gidebilir hale geldi. Zahiren kavgalı gibi olunsa da, İsrail'le ilişkiler alttan alta altın dönemini yaşıyor. Bizzat Başbakan'ın oğlu, gemileriyle İsrail'le ticarete devam etti. Türk büyükelçisi geri çekilmiş de olsa, unutulmamalıdır ki, resmî olarak Türkiye‒İsrail ilişkileri 12 Eylül darbesinden sonra en alt seviyeye inmişti ve Türkiye, İsrail'de maslahatgüzar seviyesinde temsil ediliyordu. Oysa, İsrail'in askerlerle ve Türkiye'deki darbelerle ilişkileri hiç aleyhine olmamıştır.
Kısaca, Erdoğan, Allah'ın nasip ettiği büyük imkânlara rağmen Menderes ve Özal gibi olamadı; ileride de nasıl ve kimlerle anılacağını zaman gösterecektir.
***
YORUM; ELEŞTİRİ VE KATKI:
Bir de kendini aziz   Menderes'imize benzeten ve yakın siyasi tarihimizi bilmeyen cahillerin, ısrarla benzettiği kişiye bakın... Başbakanlık koltuğunda otururken geçinemiyoruz diyerek, oğlunun ticaret yapmaya hakkı olduğunu söyleyen, ve sözde Cumhurbaşkanı adayı olmaya hazırlanan şahsiyete iyi bakın.. Yakışıyor mu? 
Kendisine, Menderes'in intikamını alıyor, cesur adam diyen "Yetmez ama  "EVET" çilere selammmmmmmm,,
Hayrını görsünler...
SAygılarımla, 
DP . İstanbul . // . Yusuf Dülger

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder